Tuzun Kullanımı Nasıl olmalıdır?



TUZUN HAYATIMIZDA OLMAZSA OLMAZ YERİ


Tuzun faydaları saymakla.    bitmiyor
Tuz olmadan asla
tuz hakkında araştırma yapan uzmanlar, tuz ve su olmadan hayati önem taşıyan hiçbir hücrenin görevlerini yerine getiremeyeceğini ısrarla belirttiler. Tuz sadece hayatımıza lezzet katmıyor, bir de sıhhat, huzur ve mutluluk veriyor. Tuz hücrelerimizde biyokimyasal reaksiyonlardan geçiyor, vücut fonksiyonların da görev alıyor. Böbreklerimiz burada dengeyi sağlıyor, vücudumuzdan tuz kaybını engelliyor ve fazlalık olan tuz oranında vücuttan dışarı atıyor. Cildimiz için tuz çok önemli bir rol üstleniyor. Asitler, tuzlar ve sebum salgısı, sürekli cilt üzerinden cildin dışına atılıyor. Tuzlar, mikroplara ve enfeksiyonlara karşı korur" ve savunma sistemimizi sağlam tutar. 1 litre kaplıca suyunda ortalama 1 gram mineral bulunduğunu, aynı orandaki tuzda ise 40 kat mineral olduğunu ifade ediliyor. Saç dökülmesine kadar birçok hastalığın tedavisinde kullanılabileceğini vurgulanıyor.
Tuz olmadan hiçbir şey düşünemiyor ve hareket edemiyorsunuz.
Birçok hekim hipertansiyonun tedavisi ve önlenmesinde hasta olsun olmasın her keze tuzu azaltılmış bir diyet öneriyor. İlk bakışta tansiyon hastalarına tuz kısıtlaması yapmak çok doğruymuş gibi gözüküyor. Çünkü kanımızda dolaşan tuz miktarı artarsa, bu fazla tuz hücre içindeki suyu kendi tarafına çeker. Damar içindeki sıvı miktarı artar, bu da kan basıncını artırır.(Tabiki bu tuz işlenmiş tuzda meydana geliyor kesinlikle işlenmemiş tuz da yani kaya ve himalaya tuzunda bu söz konusu değil) Üstelik Bazı insanlar tuza duyarlı iken, çocukluk döneminde kesinlikle bu duyarlılık yok, bu farklılığın belli bir nedeni var, Vücudumuzda su ve elektrolit dengesini ayarlayan hassas bir hormonal sistem var, renin-anjiyotensin-aldosteron (RAA) sistemi diye. Vücudumuz susuz ve tuzsuz kaldığında beyin hücrelerini susuz bırakmamak için her türlü tedbire başvuruyor. Amaç beyine yeterli kanı göndermek. Bu durumda eğer yeterli tuz ve sıvı almazsanız renin-anjiyotensin-aldosteron (RAA) sistemi etkinleşiyor. Bu durumda kas, deri ve eklem gibi önceliği olmayan dokuların damarlarını büzüştürüyor. Bu dokular susuz kalıyor; deyim yerinde ise buruşuyor. Böylece hayati beyin gibi organlara daha fazla kan gidiyor. Su ve tuzu fazla aldığımız zaman ise RAA sistemi faaliyetini durduruyor. Yani ağrıların asıl sebebi suyu kesilen organlarda meydana gelen su kıtlığı yeterince düzenli su ve tuz kullanarak bütün ağrılarımızdan sonsuza kadar ilaçsız kurtulabiliriz ve hatta bütün kronik hastalıklarımızıdan, bazı insanlara bu uçuk bir çözüm yolu olarak görünebilir fakat o kadar ilaç kullanıpta iyileşen birini gören varsa söylesin, doktorların ilk söylediği ‘’artık bu ilacı ömür boyu kullanacaksın’’ değil mi? Bizde yaşam kaynağımız olan suyu ömür boyu kullanacaksınız diyoruz… birde tuzu ve suyu deneyelim hiç olmazsa yan etkisi yok.
insanlar tuz kısıtlaması yaparlarsa ne gibi zararlara uğrarlar? Şimdi söylediklerime çok şaşacaksınız. Bir araştırmada tuz kısıtlaması yapılan hipertansiyonlu hastaların, yapılmayanlara oranla daha fazla enfarktüs geçirdiklerini gösterilmiş. Başka bir araştırmada da az tuz tüketenlerde ölüm oranları daha yüksek bulunmuş. Bir çok hastalığın başlangıç sebebi tuzunolusturdugu savunma sisteminin çökmesi,  Ama nedense tıp dünyası bu tarz çalışmaları görmezden geliyor!
Az tuz almak kemik kırıklarını ve kemik erimesini de artırıyor. Mesela bir araştırmada 364 kırıklı yaşlı hastanın (65 yaştan büyük) ve aynı sayıda kırıksız hastanın serum soydun seviyelerine bakılmış. Kırıksızlarda %4.1’inde kan soydun değerleri düşük bulunurken kırıklılarda bu oran iki kattan daha fazla imiş (%9.1). Araştırıcılar tuz tadı ve motivasyon ve duygulanım ile ilgili süreçlerin limbik önbeyinde iç içe girdiğini göstermişler. Bu nedenle tuz dengesindeki değişiklikler mizaç ve davranış bozukluklarına yol açabiliyor. Bir araştırmada tuzu kısıtlanan farelerin daha önceleri zevk aldıkları faaliyetleri yapmadıkları saptanmış. Biliyorsunuz hayattan zevk almamak depresyonun en önemli özelliği. Yani tuzun antidepresan bir özelliği var. Belki de bu yüzden bazı
insanlar tuza çok düşkünler ve tuzu kullanmayanlar sinir, stres, intihar gibi vakalara daha çok yatkınlar.
Tuz eksikliği iştahsızlık, konsantrasyon azlığı, dikkat eksikliği, yorgunluk, baş ağrısı, uyku bozuklukları, tükenmişlik hissi, ağız tadının bozulması, kronik hastalıklar, bağışıklık sistemi iflasları ve susuzluk hissi gibi belirtilere de yol açıyor. Fakat önemli bir problem var. İnsan sağlığı ile ilgili birçok kanaat önderi genellikle tuzun fazla miktarda alınmaması konusuna odaklanmışlar. Tuzun kalitesi, yani doğal olup olmaması onları nedense fazla ilgilendirmiyor.
Bakkaldan, marketten aldığımız rafine tuzlar kalitesiz mi yani? Evet, Biz yemeklerde rafine tuz kullanıyoruz. Ancak turşu kuracağımız ya da salamura balık yapacağımız zaman kaya tuzunu kullanıyoruz, ucuz olduğu için. Yoksa rafine tuzlarda bir sorun mu var? Var tabii.
Peki hangi tuz daha kaliteli, rafine tuz mu? Kaya tuzu mu? Biz de bu tuzların özelliklerinden bahsedelim.
Dünyadaki tuz üretiminin %93-94'ü direkt olarak endüstriye gidiyor. Tuzsuz ne plastik, soda, yumuşatıcılar, deterjanlar, cilalar, ne de yağlar üretilebiliyor. Kimyasal ayrıştırma işlemleri için ise sadece NaCl (sodyum klorür) gerekli. Çünkü doğal tuz kristalinin içerdiği diğer elementlerin tümü üretimde sıkıntılara sebep oluyor. Bu elementler rafinasyon sırasında ayıklanıyor ve geriye sadece NaCl kalıyor. Bu işlemler için ayrıştırılan tuz'dan endüstride kullanılmayan %6'lık kısım da gıda sektörüne aktarılıyor. Üstelik rafinasyon işlemleri sırasında birçok toksik madde tükettiğimiz tuza karışıyor. Başka bir sorun da tuzun elde edildiği yerin temizliği. Örneğin Türkiye'nin büyük oranda tuzunu karşılayan Tuz Gölü maalesef kanalizasyonlar ve kirletici sularla kirlenmiş vaziyette.
Rafine tuzlar ile doğal tuzlar arasında çok büyük farklar var. Rafine tuzun %97.5’i sodyum klorür; geri kalan %2.5’inde iyot ve nem soğurucu kimyasallar var. Başlıca nem soğurucular kalsiyum karbonat, magnezyum karbonat ve Alzheimer hastalığına da yol açtığı söylenen alüminyum hidroksit. Bu kimyasallar tuzun serpilmesini kolaylaştırıyorlar, yani akıcılığını artırıyorlar.
Bu tuz rafinasyon işlemi sırasında 650oC sıcaklığa maruz kalıyor ve bu sıcaklık tuzun kimyasal yapısını bozuyor. Rafine tuz birbirinden ayrılmış kristallerden oluşuyor. Bu nedenle metabolize olması için vücudunuzun çok enerji harcaması gerekiyor. Aşırı rafine tuz aldığınızda su molekülleri sodyum klorür molekülünün etrafını sarıyor ve vücudunuz bunu nötralize etmeden hemen sodyum ve klorüre ayrıştırıyor. Bu işin oluşması için hücre içinden su çekilir ve hücreleriniz buruşuyor, bu arada tansiyonunuz da yükseliyor. Her 1 gram fazla sodyum için hücrelerden 23 gram su çekiliyor. Bu durum tansiyonumuzu yükseltirken hücrelerimizi de susuzluktan kurutuyor. Tam bir felaket aynen Afrika gibi dünyanın en büyük nehri geçiyor en zengin yer altı kaynaklarına sahip ama susuzluk, açlık ve fakirlikten kırılıyorlar…
Evet bizde bu kadar tahribat yapan rafine tuzu hala kullanırsak aklımıza şaşmak gerekir.
Bilimsel açıdan doğal tuz kristalinin kendine has bir yapısı var. Diğer tüm kristal yapıların tersine, tuzun atomik yapısı moleküler değil, elektriksel ve tuzu değişken yapan faktör de bu.
Doğal tuzda, rafine tuzda olmayan ne gibi mineraller var?
Doğal tuzun %84’ü sodyum klorür; geri kalan %16’lık bölümünü lityum, fosfor, selenyum, magnezyum, kalsiyum, vanadyum gibi doğal mineraller oluşturuyor. Doğada bulunan 94 elementten soy gazlar hariç tüm elementler (84 element) doğal tuz kristalinde mevcut. İnsan bedeni de tuz gibi 84 elementten oluşmakta. Yani doğal tuz mineral ihtiyaçlarımızın tamamını sağlıyor! İşin kötü yanı doğal tuz dışında bazı doğal mineralleri alacağımız doğru dürüst bir kaynak yok. Artık tuzun hayatımızdaki önemini anlamışızdır herhalde…
Bu mineraller kaynak suyu ve bazı maden sularında da bulunuyorlar ve sağlığımız için çok önemli. Sadece bir örnek vermek istiyorum ABD’de Texas’ta lityumdan fakir suların içildiği bölgelerde cinayet, hırsızlık, soygunculuk, tecavüz ve intihar olgularının daha çok görüldüğü saptanmış. İşte bu yüzden “doğal-işlenmemiş tuzlar” ile “rafine beyaz tuz” birbirine hiç benzemiyor.
Rafine tuz vücudumuzu neden tahrip ediyor?
Vücut rafine tuzu saldırgan bir zehir olarak algıladığı için tüketilen rafine tuzu kendini korumak amacıyla bir an önce atmak istiyor ve bu nedenle de tüketilen aşırı miktarda tuzun süzülmesi ve atılması başta böbreklerimiz olmak üzere tüm boşaltım sistemi üzerinde önemli bir yük ve baskı oluşturuyor. Bu durumda rafine tuz vücudumuzda aşırı su birikimlerine (ödem) sebep oluyor ki kalp yetersizliğine yol açabiliyor. Kadınların en önemli şikâyetlerinden biri olan selülitin temel sebeplerinden biri de yine bu.
Vücuttan atılamayan rafine tuz ise tekrar kristalleşerek direkt olarak eklem ve kemiklerde depolanıyor ki bu artrit, gut gibi değişik türdeki romatizmal hastalıklar ile safra kesesi ve böbrek taşı oluşumlarının önemli sebeplerinden. Tekrar kristalleştirerek saklama çözümü orta ve uzun vadede hastalıklara sebep oluyor ama, atılmasını gerçekleştiremediği aşırı miktarda rafine tuzun kendisine vereceği akut zararı engellemek için vücudun bulabildiği tek çözüm bu. Eğer beyin bunu yapmazsa ölüm daha önce gelirdi, Yani zararı zamana yayıyor. Kronik hastalıklarının ana sebebi olarak bunu söyleyebiliriz.
Aslında kaya tuzları da eski jeolojik devirlerde oluşan deniz tuzları. O nedenle deniz tuzları kaya tuzlarının özelliklerine sahip, ve onlar kadar faydalı; rafine edilmemişse tabii. Ama maalesef piyasada satılan bu tuzların çok büyük bir bölümü rafine. Peki bir tuzun rafine olup olmadığını nasıl anlayacağız? Çok kolay. Bir tuz çok rahat akıyorsa o rafinedir. Hangi tuzu kullanıyorsanız kullanın önce tuzunuzu test edin, sonra karar verin. Yarım çay bardağı üzüm sirkesi içine 1 tatlı kaşığı tuz atın. 5-10 dakika kadar bekleyin. Sirke yeni açılmış gazlı içecekler gibi aşağıdan yukarı doğru köpürmeye başlıyor ve bir süre sonra bulanıklaşıyorsa o tuz doğal değildir.
İşin bir başka boyutu da İşlenmiş gıdalara konan tuz?
Buzdolabının olmadığı devirlerde yiyecekleri kokuşmadan saklamanın başlıca yolu tuzlama idi. Çünkü tuz kokuşma yapan bakterilerin yaşamasına izin vermiyor. Günümüzde soğuk hava depoları ve kimyasal koruyucularla bu ihtiyaç büyük ölçüde ortadan kalktı. Ama yine de paketlenmiş gıdalara çok miktarda tuz konuluyor. Tabi rafine tuz. Neden mi?
Tuzun gıdaların raf ömrünü artırması dışında başka özellikleri de var. Çünkü tuz olmazsa doğal yapısı değiştirilmiş o tatsız yiyecekleri kimse yemez. Tuz bunlara tat katmanın en ucuz yolu. Tuz ayrıca iyi bir stabilizatör. Paketlenmiş gıdaların içindeki unsurların bir arada durmasını, dağılmamasını sağlıyor.
Raf ömrü artırılmış yiyeceklerin içinde sadece sodyum klorür yok, başka sodyum bileşikleri de var; monosodyum glutamat(MSG), sodyum bikarbonat (yemek sodası), sodyum nitrat ve sodyum sakkarin gibi. Bu durum farkında olmadan tükettiğimiz tuzun aşırı miktarlara çıkmasına neden oluyor. İşin önemli yanı bu sodyum bileşiklerinin tuz tadında olmaması. Böylece tuzlu bir şey yediğinizi de anlamıyorsunuz. Ayrıca bu katkıların çoğu sağlığımız için sakıncalı. Yani bilmeden çok miktarda sodyum alıyoruz… ve yeterince su içmediğimiz için biriken bu asit ve toksit maddeleri hiçbir zaman vücudumuzdan atamıyoruz… ne yazık ki…
Otoriteler 100 gram yiyecek içinde 500mg’dan fazla sodyum olmaması gerektiğini söylüyorlar. Ama salam ve sosis gibi işlenmiş et ürünlerinin 100 gramında 800mg kadar tuz var!
Böbreküstü bezi yetersizliği ve kistik fibroz gibi tuz kaybettiren hastalıklarda ise olağandan daha fazla tuz tüketmek gerekiyor, tabi kristal kaya tuzu. Tuz kısıtlaması böbrekleri de tahrip edip hipertansiyona sebep olabiliyor. O nedenle çok dikkatli olmak lazım. Birçok yaşlı hastaya sıcak havalarda dışarı çıkmayın deniyor. Bu kişiler tuz kısıtlaması yapıyorlarsa bayılabiliyor ve kalp krizi geçirebiliyor.

Ve tabi birde tuz içecekleri var mesela ‘sole’ denilen bir tuzlu su var. Çok faydalı olduğu biliniyor.
Su ve kristal tuz karışımına sole deniyor. Sol Latincede güneş demek. Sole güneş ışığının sıvılaşmış halinden başka bir şey değil. Su tuzla birleştiğinde, tuzun pozitif  iyonları suyun negatif iyonl

arını sarıyor; suyun pozitif iyonları da tuzu negatif iyonlarını. Sonuçta iyonlar hidrolize oluyor. Bu süreç sırasında tuzun ve suyun geometrik yapısı değişiyor ve tamamen üç boyutlu yeni bir yapı oluşuyor. Elde edilen şey artık ne su, ne de tuz. Bu kristal yapı doğanın rezonans frekansına ve vibrasyon patternine aynen sahip. Hastalık halinde insanın bu enerji ve vibrasyona ihtiyacı var. Sole vücudun iletkenliğini artırıyor, vücut pH’sını alkali tarafa çeviriyor ve ağır metallerin eliminasyonuna yardımcı oluyor.

©〽Nebevi Tıp/Nebevi ilim Kanalı Paylaşımları.(S.Akça)📣📣📣

Bu soleyi nasıl hazırlayabiliriz? 1 cam bardak ya da kap içine tuz kristallerini koyun. Kapak plastik olmalıdır metal olmamalıdır, İçine su doldurun. 24 saat içinde tuzun eriyip erimediğine bakın. Eğer tuz erimediyse üzerine bir miktar daha su ekleyin. Eğer erimişse biraz kristal daha ekleyin. Sonunda belli bir sınıra gelince tuz artık doyacak ve artık erimeyecektir; işte bu %26 bir konsantrasyona denk geliyor. İşte sole dedikleri bu. Tuz artık aşırı doymuştur. Sole eriyiği azaldıkça üzerine tekrar kristal ve su koyarak eksilen miktarı karşılamış olursunuz. Bu arada kavanozun kapağı plastik olmalı yoksa paslanma olur ve suyun yapısını bozar. Bu solüsyondan her sabah aç karnına 1 çay kaşığı alın ve bir bardak içme suyuyla inceltin ve içilir hale getirin. Gün boyunca en az 8-10 bardak su içmeyi de ihmal etmemek gerekiyor. Mutlaka içerken soleyi karıştırdıktan sonra içtiğiniz suya koyun ve içtiğiniz suyuda karıştırdıktan sonra için. Eğer içmeden önce beş dakika beklerseniz daha iyi olur.  İnsana en faydalı su yemekten yarım saat önce içilen su ve yemekten iki, iki buçuk saat sonra içilen su dur tabi bu yemeğin ağırlığına göre değişir. Bu karışım çok yüksek dezenfektan etkisi olduğundan oda sıcaklığında bozulmadan uzun süre saklanabiliyor  ve vücudumuzda ne kadar mikrop ve toksit madde varsa dışarı atmamıza yardımcı oluyor. İdrarınız ne kadar çok sarı ise vücudunuzda o kadar toksit madde vardır demektir, idrar açık sarı olursa iyidir, tam beyaz olursa içtiğiniz su vücudunuzda hiçbir işlem görmeden dışarı atılmış demektir buna dikkat edin, tabi bu su soleli su olursa işlem görmeden çıkmaz ve toksinleri atar.
Ayrıca Sole ile cilt temizliği de yapılıyor. Eğer daha pürüzsüz bir cilde kavuşmak isterseniz 50 mL (yarım çay bardağı) konsantre bir haldeki soleyi 1 lt. suda çözün. Pamuk tampona çözeltiyi emdirerek süzün ve yüzünüze koyun. Kurumaya bıraktıktan sonra duru suyla yüzünüzü yıkayın. Ve ya direk sole ile yüzünüzü yıkayın, kurulamadan kendi haline bırakın, özellikle gece yatmadan önce yaparsanız en iyisidir, kısa bir zaman sonra sivilce ve aknelerden kurtulur ve güzel bir yüze sahip olursunuz. Bahar nezlesinden kaynaklanan göz kızarmaları her türlü göz kızarmasına sole sürün birkaç dakika içinde hiçbir şeyiniz kalmasın, gözünüz biraz yanar sakın su ile durulamayın sadece üzerindeki suyu havlu ile hafifçe alın hemen yanma geçer. Unutmayın ki göz yaşımız tuzlu sudur.
Tuzun titreşim frekansı aynı bizim bedenimizin frekansı gibi. Örneğin bizim beynimizin elektriğini ölçtüğümüzde 8 Hertz civarındadır, aynı frekansı kristal tuz lambaları da veriyor.
Televizyon seyrederken 100 – 160 Hrtz. civarında frekanslara maruz kalıyorsunuz. Bu yüzden uzun süre televizyon seyrettiğimizde sinirli olmamız kaçınılmaz. Bir saat Televizyon seyrederken ki beyin yorgunluğu ile 8-16 saat gün içerisindeki çalışmamızdaki beyin yorgunluğumuz aynı.  Bedeniniz televizyon ve bilgisayarla doğal elektriğinin 20 misli frekansa maruz kalıyor. Bunların yaptığı tahribatı tuz lambaları ile azaltmak mümkün.
Artık bugün sadece tuz kristalin yapısından dolayı radyasyonu nötralize etmek mümkün olduğunu biliyoruz. Örnek verirsek; atom çöpü olan radyasyon artıkları tuz depolarında saklanıyor.
Bu da tuz'un sırrı, bu sır da onun geometrik şeklinde saklı…
Kristal Kaya tuzu doğal iyonlaştırıcıdır, bu yüzden lambaları eksi iyonlar (hava vitaminleri) üreterek etkili bir şekilde havanın kalitesini arttırmasıyla bilinirler. Ayrıca bu lambaların kullanımı günümüz ürün ve cihazlarının elektrik yüklemesinden oluşan artı iyonların zararlı etkilerini de azaltır. Tıbbi bir cihaz olmamasına rağmen kristal tuz lambaları yorgunluğu, stresi, astım nöbetlerini, alerjileri, baş ağrılarını, cilt rahatsızlıklarını, havadaki nemi ve kokuyu hafifletmekle bilinirler ve rahat uyku ortamı yaratırlar. Bu lambaların birçok çeşidi tansiyonu, ruhsal ve psikolojik sorunları olan hastalara yardımcı olurlar.
Eksi iyonlar havayı şu unsurlardan temizler: Toz, polen (çim, yabani ot ve ağaç poleni), toz zerrecikleri, hayvan tüyleri, küflü sporlar, saman nezlesi, astım, hava arındırıcısı ve ferahlatıcısı, koku azaltıcı, duman, depresyon, kronik yorgunluk.
Lambaların serin oldukları zaman bile yararlı etkileri var ama yandıklarında ürettikleri az miktardaki ısı daha fazla miktarda iyonu içine çeker. Piyasadaki birçok iyonlaştırıcı insan yapımı makineler iken, kristal tuz lambaları hava kalitesini arttırmak için doğa tarafından oluşturulmuş güzel, daha az masraflı, bakım gerektirmeyen bir alternatiftir.
Yemeğe tuzla başlamak ve bitirmek yetmiş türlü hastalığa şifadır diyor Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam…
Evet Tuzun hayatımızdaki önemini anlattıktan sonra, gelecek derslerimizde tuz kullanmayarak ve bazı faktörlere dikkat etmeyerek nasıl hastalanıyoruz bunlara bir göz atalım...

©〽Nebevi Tıp/Nebevi ilim Kanalı Paylaşımları.(S.Akça)📣📣📣

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder